Mehmet Saatçi
  1. Haberler
  2. Yazarlar
  3. BELGESEL
  4. “HARABAT EHLİNE HOR BAKMA ŞAKİR DEFİNEYE MALİK VİRANELER VAR”

“HARABAT EHLİNE HOR BAKMA ŞAKİR DEFİNEYE MALİK VİRANELER VAR”

Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Bakmayın olm benim böyle olduğuma, çok yüksek mevkilerde tanıdıklarım var benim.
Ee ne bu halin diye soracak olursanız; sevmiyo hipneler beni kuzum.

Bu arada Ramazan ayının yüzü suyu hürmetine alayınız başkalarından topladıklarınızla kendi hayrınız gibi, kepçe savaşları sayesinde Berat edersiniz inşaAllah. Şu egonuzda boğulun he mi.

O kadar sırada insan aç biilaç iş çıkışı sıcak yemek kuyruğunda beklerken çadırlarda, kendini insan üstü gören, kepçe arkasında dağıtım yaparken resim vermek için parçalayan tiplerden bir ben mi rahatsız oluyorum bilemedim.

Hayır da mı yarışacaksınız, o zaman oturtun insanları, siz masaya servis yapın. Alt tarafı necis bir damladan geldik be gülüm, mezarlıklar makam sahipleri ve vazgeçilmezlerle dolu. Bilin istedim…

Ramazan’ın faziletiyle aklıma geldi, bundan 40 yıl kadar önce mahallede oynarken kayboldumdu, kayboldum diye Camii’den ismimi anons ettirmişlerdi! Bende Allah beni çağırıyor diye korkup ağlamıştım. Düşünsenize çocukken her şey ne ka güzelmiş, ayrımcılık yapılmadan alayımız gerizekalıymışız.

Hafıza tazeliyelim mi? Türk’e düşmanlık nerden geliyor diye yazayım istedim. Hepsi kaynaklara dayanır, merak ederseniz Hazreti Gogule’ye aratmanız kafidir;

Türk; Yavuz Sultan Selim’e göre eşek idi…
Türk; Koçi Beye göre mezhepsiz ecnebiydi…
Türk; Hoca Saadettin Efendi’ye göre leşti hilebazdı aşağılıktı…
Türk; Naima’ya göre azgındı çirkindi kabaydı cahildi…
Türk; Nef-i’ye göre Allah’ın irfan pınarını yasakladığıydı…
Türk; Baki’ye göre kabaydı…
Türk; Hafız Çelebi’ye göre baban bile olsa öldürülmesi gerekendi…
Türk; Sadrazam Kuyucu Murat’a göre başı vurulması gerekendi…
Türk; Aksaraylı Kerimettin Mahmut’a göre hunhar köpekti. Me’lundu…
Türk; Merzifonlu Seyyit Abdurrahman Eşref’e göre eşsiz bir gaddardı…
Türk; Gelibolulu Mustafa Ali’ye göre pasaklıydı çirkindi…
Türk; Taşlıcalı Yahya’ya göre soyu kuruyasıca idi…
Türk; Büyükelçi Moralı Çuhadır Ahmet’e göre hayvandan farkı olmayandı…
Türk; Tokatlı Nuri’ye göre şehir dili bilmez hayvandı…
Türk; Şeyhülislam Mustafa Sabri’ye göre tiksinti duyulandı…
Türk; Vahdettin’e göre dini soyu sopu yurdu belirsiz cahiller sürüsüydü…

Osmanlı…
– Ermenilere “Millet-i Sadıka”…
– Araplara “Kavm-i Necip”. .
– Rumlara “Romalı” anlamına gelen “Romeos” derken Türkler’i böyle aşağıladı.

Mustafa Kemal de Osmanlı’nın son kuşağındandı. Türk’ün Osmanlı iktidarı tarafından nasıl aşağılandığını yaşadı. Osmanlı münevverlerinin Babıali’de “Türk” sözünü Arap aksanıyla ifade ederek “Terk” diye yazdıklarını unutmadı. (“Terk”) sözcüğünün çoğulu Arapçada “Etrâk” demekti; ve Türklere (“İdrâki biidrak” – “anlayışsız Türkler”)- diyorlardı!

Oysa Türk; Atatürk’e göre yıldırımdı kasırgaydı dünyayı aydınlatan güneşti…

Bu sebeple, 92 yıl önce, Tarih: 23 Mayıs 1928.
TBMM 1312 sayılı Türk Vatandaşlığı Kanunu’nu kabul etti.

Böylece, Asırlardır hor görülen Türk yurttaşlık payesiyle onurlandırıldı. Osmanlı ile Cumhuriyet farkı buydu.

Ziya Gökalp, Türkçülüğün esasları adlı eserinde şu bilgileri veriyordu;

Osmanlı imparatorluğu genişledikçe, yüzlerce milletleri siyasi idaresine aldıkça idare edenlerle idare olunanlar iki ayrı sınıf haline geliyorlardı.

İdare eden bütün kozmopolitler Osmanlı sınıfını, idare olunan Türkler de türk sınıfını teşkil ediyorlardı.

Bu iki sınıf birbirini sevmezdi.
Osmanlı sınıfı kendini millet-i hakime yani
(egemen ulus) suretinde görür, idare ettiği Türklere ise (millet-i mahkure) (aşağı ulus) nazarı ile bakardı. osmanlı Türk’e daima eşek Türk derdi…

Falıh Rıfkı Atay, batış yılları adlı eserinde şunları yazıyordu;
Kendime ilk defa ne zaman Türk dediğimi pek hatırlamıyorum. Bizim çocukluğumuzda Türk, kaba ve yabani demekti. İslam ümmetinden ve ‘Osmanlı’idik. İlmihallerde baş dersimiz ‘din ile milliyetin bir olduğunu’öğrenmekti.

Vatan sözü yasaktı.
Onu ben büyüyüp de Namık Kemal’i okuduğum günlerde kitapta gördüm.

Kulağımla ancak meşrutiyette duydum. Padişah kulları idik. Okul çıkışlarında her akşam sıraya girer, ‘padişahım çok yaşa’ diye bağırırdık.
‘okullarda da arab’a arap, arnavut’a arnavut, rum’a rum, fakat kendimize osmanlı derdik.’

Umarım uyanışa vesile oluyoruzdur, tek garip kalan Türkler olarak…

Sahile vurmuş bir sandal gibi uyandım bu sabaha, akşam nasıl bir fırtına çıkmışsa artık içimde !!
Az bi el atın, az kaldı kırklara karışmama!

İbrahim Hakkı Hazretleri’nin Şakir ve Zakir adında iki oğlu vardır. Hasankaleliler her ikisine de sonsuz saygı ve sevgi duyarlar. İbrahim Hakkı’nın küçük oğlu Zakir, yavaş yavaş itibarını kaybetmeye başlar. Son derece dindar olan Hasankale halkı Zakir’in her zaman meyhaneye gitmesine çok kızar olmuştur. Zakir gününün büyük bir kısmını meyhane köşelerinde geçirir. Şakir ise tıpkı babası gibi son derece dindardır. Bu sırada garip bir olay olur. İbrahim Hakkı Hazretleri, Zakir’in meyhane borcunu ödemek üzere meyhaneci ile görüşür. Meyhaneci, İbrahim Hakkı Hazretleri’ne der ki, “Zakir’in hiç bir şekilde bana borcu yoktur. Sebebine gelince, Zakir sabahtan gelir oturur, akşama kadar şarap içer. Ertesi günü gelince, onun şarap içtiği fıçıyı dolu bulurum.” Bu cevabı alan İbrahim Hakkı Hazretleri, Zakir’in artık bir ermiş olduğuna kanaat getirir.
Bir gün İbrahim Hakkı Hazretleri, oğullarını imtihan etmeye karar verir.

Sabah namazından önce iki oğlunu da yanına alarak kaleye çıkar. Tan zamanı burcun önünden tam otuz dokuz tane güvercin geçtiğine ve bunlar kırklardan olan periler olduğuna inanılırmış. İbrahim Hakkı önce büyük oğlu Şakir’e dönerek, “Oğlum Şakir kendini burçtan aşağı at” der. Şakir korkar, babasının isteğini yerine getiremez. İbrahim Hakkı Hazretleri daha sonra küçük oğluna döner, aynı teklifi ona da yapar. Zakir, hiç gözünü kırpmadan babasının sözünü dinler ve kendisini kalenin burcundan aşağı atar. Tam o esnada otuz dokuz güvercin peyda olur. Bu otuz dokuza bir de Zakir ilave olur ve kırk olurlar. Böylece Zakir kırklara karışmış olur. İbrahim Hakkı Hazretleri diğer oğlu Şakir’e dönerek şöyle söyler: “Harabat ehline hor bakma Şakir Defineye malik viraneler var.” O günden sonra kırklara karışmış olan Zakir’i kimseler göremez.

Friedrich Nietzsche reis boşuna dememiş; “Kim namus ve ahlak şövalyeliği yapıyorsa, bilin ki en namussuzu odur.” hiç şaşmaz…

Yazdıklarında ders çok lakin alan yok vesselam.

Yazımı en sevdiğim şiirle sonlandırıyorum;

Ey serbestlikli gürültü böceksi,
Çisemelerin banadır.
Şişik bir arının üzerindeki çoğalsımış Boşboğaz lekeler gibi…

Unutmadan 365 günün 24 saatini kadınlarımıza adasak belki cennete yaklaşırız. Sırf şekilcilik adına yılda bir hatırlamasak mı artık?

Direnin ey insanlar, hatta direnirken de gülümsemeyi bırakmayın. Saygı ve hürmetle büyük küçük demeden alayınızın ellerinden öperim…

Evet unutmadan; Cesaret Bulaşıcıdır…

“HARABAT EHLİNE HOR BAKMA ŞAKİR DEFİNEYE MALİK VİRANELER VAR”
Yorum Yap

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

1 Yorum

  1. 9 Mart 2025, 14:41
    Cevapla