Bazı sevgiler, bazı sevdalar evet aslında koca bir hummadır, kara deliktir.
Ezikliğin getirdiği intikam hissinin, cahilim ama güç bende diyebilmenin, kompleksine neden olan kendinden yüksek gördüğü güruha had bildirmenin kronikleşmiş halidir. Bu erkek yada kadın hiç yanılmadı beni bu zamana kadar. En ufak rasyonel bir yanı yoktur. Hayattan rövanş almanın ete kemiğe bürünmüş halidir.
Dengi olmayan birini hayatına alıp huzurlu olanı görmedim. Bir taraf, ulaşamadığı seviyenin hıncını çıkarır; diğer taraf ise sürekli anlaşılmamaya mahkûm kalır. Denklik, statü ya da parayla değil; vizyon, karakter ve dünya görüşüyle ölçülür. Denginiz olmayanlara denginizmiş gibi davranırsanız, aranızdaki gerçek farkı kavrayamayıp size kendi seviyelerindeymiş gibi muamele ederler. Buradaki denklik statü,gelir ve diploma değil; davranışsal klaslık, dünya görüşü ve vizyonerlik gibi kişisel standartları ifade eder.
Ülkücülük benim nazarımda vefasız bir sevgili gibidir. Sizi siyasi kanser eder ve her hücrenize işler. Ancak ondan ölümle ayrılırsınız. Ve ben bu durumdan büyük biz haz alıyorumdur…
Titanik’in trajik hikayesini çoğu kişi bilir, ancak gemide yaşayan ve muhtemelen olanları hisseden tek kişi olan Jenny adlı kedinin hikayesini pek az kişi duymuştur. Ya bu arada hani evcil ve veya hayvanlar ön sezi ile kötü olacakları hissederdi? Titanik kedisi tam bu minvalde işte, ama deprem günü yanımda ki 3 farklı cins kedimin yaptıkları tam bir traji komediydi. Aynı yerde tv izliyorduk 3 kedimle, 12. katta bulunan dairede. Sallanmaya başladık, ben kedilerimi kutularına koyup, evde malum don kişot tarzı oturduğum için bir şeyler giyip, silahımı, cüzdanımı ve çantamı alıp, 3 kedimle -5’de bulunan araca inmenin değişik senaryolarını kurarken onlarla göz göze geldim. Ve anında depar atıp evin değişik köşelerinde saklanmaya kaçtılar. Şimdi demem o ki önce can ama bunlar da benim canımın parçası canlılar. Onları bırakıp çıkamazdım. Neyse tevekkül edip oturdum ve dışarıyı izlemeye başladım. Kesin bilgi yayalım; bizim ülkemizin sorunu, ne ekonomi, ne terör, ne siyasi, ne o, ne bu! Tek sorunumuz ahlaksızlaşmış olmamız, ahlaki değerlerimizi yitirmemiz, hiç bir değer yargımızın kalmaması ve bunu da normal görmemiz. Deprem ertesi ise senin uzmanın, benim uzmanım diye durumu yine siyasallaştırma çabalarımız peki. Şunu kabul edelim; duymak istediğimiz ne ise, onu diyen bize samimi ve güvenilir geliyor. Aklıma gelmişken ziz Papa’nın lanetine inanmayı bırakın da, 7 tepeli kentin evliyalarına güvenin. Yine ortalama 20 milyona yakın insanın ben dahil, aslında büyük çoğunluğunun heder olması gerekirken, onlar azınlık sayılacak kıymetlilerin yüzü suyu hürmetine bizleri korudular. Bilin istedim.
Gelelim Titanik kedisine; Jenny sıradan bir kedi değildi. Titanik’in resmi fare avcısıydı ve kemirgen popülasyonunu kontrol altında tutmak için gemiye alınmıştı. Gemi deniz denemeleri sırasında bir sürü yavru kedi doğurdu ve Jim Mulholland adlı bir işçi tarafından sevgiyle bakıldı.
Jim, onun ve yavrularının mutfağın yakınında, kazanlarla ısıtılan sıcacık bir yuva hazırladı. Hatta molalarında kalan yemek artıklarını bile onunla paylaşıyordu. Bu sessiz rutin, tarihin en lüks gemisinin ilk seferine hazırlanmasının kaosu ortasında ona bir huzur duygusu veriyordu.
Ama garip bir şey oldu. Titanic’in Southampton’dan New York’a hareket etmesine birkaç gün kala Jenny’nin davranışları değişti. Huzursuzlanmaya başladı. Ve sonra—hiçbir uyarıda bulunmadan, yavrularını teker teker, nazikçe boyunlarından tutarak almaya başladı. Ve onları tekneden dışarı çıkardı. Yavrularının hepsi güvenli bir şekilde karaya çıkana kadar, defalarca rampadan aşağı yürüdü. Jim bakakaldı. Ve o anda bir şey oldu.
“Bu kedi bir şeyler biliyor!! Bizim bilmediğimiz bir şeyler.” Sezgilerine güvenen Jim, belki de annesinin sezgilerine, eşyalarını topladı ve sessizce tekneden indi. Bir daha asla gemiye geri dönmedi. Titanik onsuz yola çıktı. Sonra ne olduğunu hepimiz biliyoruz. Yıllar sonra, artık yaşlı bir adam olan Jim bu hikayeyi bir gazeteciye anlattı. Hayatını kurtaran kişinin Jenny olduğunu söyledi. Onun kadim, sessiz ve sarsılmaz içgüdüsü, belki de bugüne kadar birinin alabileceği tek gerçek uyarıydı. Bazen kahramanlar üniforma giymezler.
Bazen kürkleri, bıyıkları ve sadece; Bilen bir kalpleri vardır.”
O zamansa eyy kedi sevenler; beni neden sevmiyorsunuz? Bıyığım var, kıllıyım, bayağı bir hayvan sayılırım. Sevin beni kuzum. Ünlü istihbaratçı İzzet Altınmeşe’nin dediği gibi; Ya kardaş yahu bahtımız ne karamuuu, Avaramu, Avaramuuuu…
Çok egoist bir varlık şu insanoğlu denen yaratık. Değer veriyorsun, kendini vazgeçilmez senide vazgeçemez zannediyor. Sırf şöyle tiplere gösterdiğim sabırdan ötürü kendimi alnımdan öpüp, iyi dayandın demek istiyorum. Aklıma gelmişken Dolar’da aynı benim eşim gibi. Sabah kalkıp birden yükselir bana, hiç anlamam neye kızdığını nasıl yükseldiğini. Klasik Karadenizli işte.
Bu arada Türk edebiyatı;
13.yy: taşlama
17.yy: hiciv
19.yy: eleştiri
21.yy: göndermeli tivit, laf sokmalı facebook, kıskandırmalı instagram olarak bayağı yol almış kuzum. Hatta şu liseli ergenler gibi davranan yetişkinler var, düşünün biriyle küstüklerinde rehberden sil, watsaptan engelle, Facebooktan çıkar, ınstagramdan kaldır. Allah yardımcınız olsun, olaylara ve kendinize fazla değer yüklemeyin. Ederiniz size insanların hangi amaçla baktıkları kadar maalesef.
Ha bu arada bana öyle bi bakıyorsunuz ki sanırsın 5 kafam, 4 tane bacağım, 8 kolum, 10 kuyruğum var. Hiç mi çirkin görmediniz karşiimm ayıp oluyor. Avrupa’da araştırma yapmışlar; Türkler telefona bakmadan en fazla 13 dakika durabiliyormuş. Hey yavrum hey 13 dakikada 13 gündem değişiyor bizim ülkede, beş dakika twitter’a bakmayınca on yıl geriye gidiyon. Elin Avrupa’lısı bilemez bunları…
Şimdi ben size delilikle alakalı bir sürü şey söylerim ama benden kıdemli deliler var, Temsil Misal emekli 3 harfli “Tıkır” devrem gibi. 40 yıllık delillere ayıp oluyor. Ne demiş bu işin kralı Shakespeare; yarayla alay eder yaralanmamış olan. Sen acılar içinde kıvranırken kimse kafasını çevirip bakmıyor.
Bu arada öyküler ancak onları anlatabilecek insanların başından geçermiş.
“Her gün yüzlerce hayal kurarsın ve hiç biri gerçek olmaz. Ama bir gün bir gerçek yaşarsın, hiçbir hayale sığmaz. O da yıllara dayanır, selam verdiğinin üstünden 22 sene geçer. Bir bakarsın sen bir yandan onu yaralarken, o bir yandan hem kendi yarası hem senin yaranı düşünür. Hayat işte bu, gördüğünü yaşayacaksın ya işte, belki de ondandır hayatımda mutlu bir yuvaya hasret oluşum ve bulunduğum yuvaları mutlu edemeyişim. Herkesi her şeyi yenerim ama tek yenilgim senin o çaresizce bana olan ihtiyacın, bana olan kıymetin, bana olan mutlak sadakatin, bana olan saygı ve sevgin. Beni seni var edenlerden de üstün görüşün. Dedim ya ben sevmeyi ve her türlü ilişkiyi sürdürmeyi başaramıyorum. Ya çabuk sıkılıyorum, ya nefret ediyorum, ya kaçıyorum.
Herkese kafa tuttum da, bir sende yenildim,
Dağı taşı aştım da bir sende tökezlemiş gibi,
Dünyadan geçtim de, bir senden geçemedim…
Neyse çok denedim ama ben bu oyunu bozamadım…
Yani uzun lafın kısası yol güzelse, yoldaşın asaletindenmiş…
Çarşamba günü unuttum kutlamayı, fazla gün geçmeden gelmiş geçmiş bütün orospu çocuklarının da çocuk bayramı kutlu olsun, kut bulsun…
Anlamayanı sözlüye alıcam; Okyanus için, balina küçük bir balıktır; bilge için, küçük balık bir okyanustur! Güneş, mumda gizlidir. Taamm anladınız değil mi?
Kaç kapıdan geçer insan ömrü boyunca?
Ardında dert, önünde umut ve güzellik vardır. Her güzel şey içinde mutlak bir Sevda taşır. Dedim ki, büyütürsem derdimi, büyüttüğüm derdim küçültür beni. Eğer küçültürsem o derdi, işte o dert o zaman büyütür beni…
Malumunuz 3 gün önce 24 Nisan’dı ve içlerinde Canan gibi hainlik besleyenlerin kuyruk acısı günüydü. Tehcir Kanununu çıkararak Ruslara karşı bizi arkadan sinsice vuran ve memleketin içinde komitacılık faaliyetinde bulunan, çoluk çocuk demeden katleden Taşnak çetecilerini Anadolu’dan süren Talat Paşa’dan Allah razı olsun. Aklımızda Talat Paşa’nın bilgeliği ve feraseti, bağrımızda yanan Enver’in cesareti, yüreğimizi titreten Cemal’in ateşidir. Naramız ve tavrımız nettir.
“İttihatçılar ölür, ittihatçılık ölmez.”
Tanrı, Türk’ü korusun.
Yaklaşın hele size “
Ne demiş Müslüm Baba;
“Dört kitaba dil olsam anlatamam derdimi.”
Tanrım kötü kullarını sen at sevsen ben at sevmem, bütün zalim olanları sen at sevsen ben at sevmem. Birde şey var; artık hiçbir şey hissetmiyorum, hiçbir şey hissedemiyorum ben…
“Kur’an, “Allah ile aldatılmayın!” ihtarında bulunmasına rağmen Türk halkı, dinine olan derin saygısı yüzünden Allah ile aldatılıyor. Rabbim dinimiz ve milliyetçiliğimizle aldanmaktan bizleri korusun.
Bu arada Başçavuş arkadaşlarım ben halen bana vereceğiniz müjdeyi bekliyorum. Anlayan anladı kuzum…
Direnin ey insanlar, hatta direnirken de gülümsemeyi bırakmayın. Saygı ve hürmetle büyük küçük demeden alayınızın ellerinden öperim…
Evet unutmadan; Cesaret Bulaşıcıdır…