Konulara girmeden önce malum 11 ayın sultanı Ramazan geliyor ve sorulacak tüm sorulara cevap veriyorum. BOZULUR! Bilin istedim…
La olum neydi o pandemi süresi yaşadılkarımız. Neyse malum AIDS virüsü 40 yıldır biliniyor aşısı yok. 100 yıldır kanserin aşısı yapılamadı. Gribin aşısı yok! Her yıl yenisini çıkarttık diyorlar, bol askorbik acidli (c vitamini) ama nafile. Yine grip var yine grip var. Hatta her hafta mutasyon geçiren bir virüse karşı 1 haftada Covid aşısını bulduk dediler.
Bizde kurbanlık koyunun kasap yalakalığı misali sıraya girdik aşı olmak için.
…Ve bizlere hiç denenmemiş mRNA aşılarını 14 milyar doz ile zorla yaptılar. Bir de bu saçmalığa bilim dediler! . Hatta birde Ne Biliyim Kurulu vardı.
“Napıyonuz? Siz salak mısınız?” diyenlere de bilim karşıtı dediler!! Çok ilginç bir dönemi hep beraber yaşadık, evlerden ırak yarappim.
O kadar doluyum ki yazmaya başlasam eminim , Silivri cezaevi müdürü ile kanka oluruzdu.
Neyse birisi tefekküre girmiş, dervişliğe talip olmuş, bende keramet ehli olmak istiyorum diye çileli tefekküre başlamış. …Ve tam 40 yıl sürmüş o çile ve tefekkür hali. Kırk yılın sonunda Şeyhine gidip; şeyhim ben oldum demiş! Şeyhi sormuş nasıl olduğuna kanaat getirdin ya derviş!
Demiş ya şeyhim “su”da ıslanmadan şu nehirde karşıdan karşıya geçebilirim.
Şeyh duraksamış, düşünmüş ve şöyle demiş; bir kayıkçının 3 kuruşa halledeceği bir şey için kırk yılını boşa harcamışsın.
Ya işte demem o ki vaktinizi daha hayırlı işlere ayırın, ömür kısa kuşlar uçuyor, dünya mavi; tıpkı portakallar gibi!!!
Kendini bilmez liderler yüzünden artık siviller ölmesin diyoruz , ama acıdığımız ülkeye bir bakın (Ukrayna); darbe sonucu bir tiyatro sanatçısını lider yapıp, ardından sırf ekonomik destek için AB ülkelerinin gazıyla 5 bin askeri Suriye ve Irak karşısına gönder. Sonra çıkıp Dünya’ya kurtarın bizi de. Yusuf Hayaloğlu’nun sözleri gibi; Nereden baksan tutarsızlık, nereden baksan ahmakça.
Oysa Sabahattin Ali ne güzel söylemiş; Namuslu olmak ne zor şeymiş meğer! Bir gün Almanların pabucunu yalayan ertesi gün İngiliz’ lere takla atan, daha ertesi gün de Amerika’ya kavuk sallayan soysuzlar gibi olmak istemedik.
Yalnız ve yalnız, bir tek milletin önünde secdeye vardık. O da kendi cefakeş milletimizdir.
Meğer ne büyük günah işlemişiz!
Hocalı Katliamını hatırlayalım, hatırlayıp kinimizi diri tutalım ki, savaşın Türk’lere düğünü olduğunu unutmayalım.
Ölüleri yakmakla görevli Ermeni grup, Hocalı’ya
Yaklaşık 100 Türk ölüsünü getirip yığdı. Kamyonda 10 yaşlarında bir kız çocuğu gördüm, yaralıydı. Bir asker onu cesetlerin üstüne fırlatıp yaktı! Ölüler arasından bu kızın çığlığını işittim !
Ermeni gazeteci
(Daud Kheriyan )
25-26 Şubat 1992
Siz hikayeyi birde Kurt’tan dinleyin. Kırmızı Başlıklı Kız’ın ne provakatör olduğunu; Her gün yaptığım gibi ormanı temizlemeye çıkmıştım. Orman benim evim, temiz tutmak da benim görevim. Derken bir kız beliriverdi. Kırmızı başlık ve peleriniyle çok şüpheli bir görünümü vardı. Kimin aklına gelir bu garip kıyafeti giymek. Bir kurnazlık peşindeydi mutlaka. Bir süre dikkatle izledim bu garip kızı. Elinde taşıdığı üzeri örtülü sepette kim bilir ne taşıyordu!
Yürüyüşü bile normal değildi. Yanına yaklaşıp ne yaptığını sorunca bana büyükannesinin evine gittiğini söyledi ama gel de inan. Yine de bıraktım peşini kendi işime döndüm. Ama aklım o kıza takıldı bir kere… Bir gidip bakayım doğru mu söyledikleri dedim kendi kendime; gerçekten böyle bir büyükanne var mı? Siz olsaydınız gerçekliğini kontrol etmek istemez miydiniz? Orman benim evim. Ben hem ev sahibiyim, hem de diğer orman sakinlerine karşı sorumluyum.
Neyse uzatmayayım… Gittim, baktım ve gerçekten bir büyükannemi buldum. Sorduğumda “Evet o küçük kız benim torunum” dedi. Ben de sorumlu bir kişi olarak; “Bu küçük kız yabancılarla konuşulmayacağını öğrenmemiş daha!” dedim ve anlattım küçük kızla karşılaşmamı…
Büyükanne de ürperdi ve birlikte küçük kıza bir ders vermeye karar verdik. O yatağın altına saklandı, ben Onun geceliğini giydim, başlığını taktım ve yatağına yattım. Küçük kız birazdan içeri girdi. Seslendi cevap verdim. Ne şaşkın bir çocuk! Beni büyükannesi sanıvermişti. Ben benim büyükannemi değil sesinden, kokusundan bile tanırım oysaki.
Neyse bunlar bir şey sayılmaz, daha neler yaptı bilseniz. Kulaklarımın niçin büyük olduğunu sordu. Ne ayıp şey hiç sorulur mu? Yine de çocukluğuna verip yumuşak bir sesle cevapladım. “Seni iyi dinlemek için”… Ama bu sefer kalkıp da burnumun niçin büyük olduğunu sormaz mı? Küçük kız hiç mi hiç terbiye almamış. Ben zaten burnumu kendime sorun haline getirdim, özgüvenim sallantıda. Psikologlar, estetikçiler…
Dünya para harcıyorum ama nafile. Yine aldırmamaya çalışırken bu sefer de ağzımın kocaman olduğunu yüzüme vurmaz mı? Tabi ki kızdım, siz olsanız kızmaz mıydınız?
O sinirle ayağa fırlayıp peşinde koşturmaya başladım. Birden ne olsa beğenirsiniz! Bir kocaman avcı elinde tüfek kapıdan dalıverdi. Beni “seni hain kurt, büyükanneyi yedin değil mi?” diye suçlamaz mı? Hâlbuki büyükannenin kılına bile dokunmadım, O da saklandığı yerden çıkıp beni korumaya çalışmadı. Malum yaşlılık, kulakları iyi duymuyor. Avcı mahkeme yapmadan infaz kararımı verdi. Tabi ben de adalet bulamayacağımı, hatta canımı yitireceğimi anlayıp pencereden zor attım kendimi. Geçirdiğim büyük korkunun sarsıntısı yetmiyormuş gibi o gün bugün ormanda bile yüzümü rahat gösteremez oldum. Adım haine çıktı.
Benim eski semtim Kumkapı’dan bir tanıdık, elektrikli battaniye ile uyurken altına kaçırdığı için çarpılıp ölmüştü. Şu soğuk günlerde aklıma o geliyor hep. Ha bu arada İstiridye yiyin diyor uzmanlar, testesteron seviyesini arttırıyormuş. Duyunca sesli güldümdü; Geçim derdi, iş kaygısı, aile baskısı, çevre faktörü varken 1 kilo istiridye yesek ne fayda…
Direnin ey insanlar, hatta direnirken de gülümsemeyi bırakmayın. Saygı ve hürmetle büyük küçük demeden alayınızın ellerinden öperim…
Evet unutmadan; Cesaret Bulaşıcıdır…