Alayınıza “kar”sız “don”suz günler dilerim,
Yüce Yürk Budunu.
Her şey yolunda kendi karantinamda, mesela kedileri suladım, çiçeklere yem verdim, atı öptüm. Aklıma gelmişken Atatürk ve Ülkücü düşmanlarının ölülerini anıcaz diye hepiniz o oluyorsunuz ya, Allah Bülent Ersoy’a uzun ömürler versin. Ne demiş Müslüm baba; Zengin kendisine aşı yaptırır, fakir ise vurdurtur…
O zaman bana çok sorulan onu niye yaptın, bundan niye ayrıldın, neden aktif siyaseti bıraktın gibi sorulara cevap olsun anlayana diye günün hikayesini anlatayım. Yanaşın yamacıma;
Adam uzun yıllar devesiyle taşımacılık yapmış. Yaşlanan deve yolun sonuna gelmiş. Artık öleceğini anlayınca; “Sahibimi çağırın da helallik vereyim.” demiş.
Devenin sahibi; ‘Ne hakkı varmış ki bende?’ demiş. Ama yine de merak etmiş. Dayanamayıp devesinin yanına gitmiş. ‘Ne hakkın var ki bende?’ demiş.
Deve; “Öyle deme! İlk olarak benim taşıma gücüm belliyken bunun iki katı çuval yüklerdin bana. Bu hakkımı helal ediyorum sana. Benim günlük 10 kg yiyeceğe ihtiyacım varken, sen hep 8 kg verir, kalanı vermezdin. Bu hakkımı da helal ediyorum. Ayrıca; Üç günlük yolu iki günde gitmem için sopayla döverdin beni. Bu hakkımı da helal ediyorum. Dahası; Bir de yavrum olmuştu. Onu kesmiş, misafirlerinle bir güzel yemiştiniz. Bu hakkımı da helal ediyorum.
Amma bir hakkım var ki onu asla helal etmeyeceğim. Sahibi merakla sormuş; ‘Nedir o ?’
“Her seferinde her yolu en iyi ben bildiğim halde, tüm yükü de ben taşıdığım halde, yularımı bir eşeğe verirdin. Onu önüme koyardın.
Beni bir eşeğe mahkum ederdin ya, işte bu hakkımı asla helal etmeyeceğim!” demiş. “Ehil olmayan, liyakatsiz insanlara; Hiçbir makamın, hiçbir değerin, hiçbir emanetin teslim edilmemesi dileğiyle.
Unutmamak lazım; “Kötülerin kaybetmediği bir ülke çocuklarına ahlakı öğretemez.”
Rahmetli babam 657’ye tabi devlet memuruydu. Derecesi makamı ne olursa olsun 657’ye tabi bir devlet memuru. Varlığını ve yaşam standartlarımızı düşünüyorum da; çok şükür aç değildik, açıkta değildik, muhtaç değildik. O taze hafızamda yer ettiği kadar zor değildi memur çocuğu olmak, eğer mevzubahis olan şey paraysa tabii. Türk filmlerinde çok işlenen bir tema olarak, ev ekonomisi için yırtık çorapları dikmek, pantolonları yamamak, nasıl olsa büyüyeceksin diye alınan büyük beden elbiseler, cep harçlığının oldukça sınırlı olması gibi çeşitli önlemler alınır memur ailelerinde. Bunların da zor şeyler olduğunu söylemek, biraz kolaycılık olur sanki.
Memur çocuklarının en önemli özelliği, diğer çocuklardan daha çalışkan, azimli vs olmaları. Çünkü memur anne-babalar, çocuğun okumaktan başka şansı olmadığını bildiklerinden, onu ders çalışmaya zorlarlar, ya da ikna etmenin her yolunu denerler. Çocuğun sıkılmadan çalışabilmesi ve bunu benimsemesi için çeşit çeşit yollar denerler, dayaktan tutun da, çalışmayı oyun haline getirmeye kadar.
Memur çocukları bu yüzden toplum içinde otorite olarak kabul gören insanlar tarafından övgüyle karşılanır, “babanın gözü”nde kendilerine sağlam bir yer edinirler. Sistemin kurallarını benimseyerek kendine yer edinen memur çocuklarının – fazla genelleme olacak ama – çoğu muhafazakardır, öyle veya böyle. Kendimi de bunun içine katmakta beis görmüyordum ama artık “Ülkücü Liberal Muhafazakar Sosyalist Devrimci” olduğumu fark etmeye başladım. Korkun bence benden.
Memur çocukları, genellikle istedikleri her şeye kavuşmuşlardır, çünkü ne isteyip ne istemeyeceğini en iyi memur çocukları bilir. Bu yüzden, bir memur çocuğundan, “çocukken çok sıkıntı çektim, istediğim şeyleri elde edemedim, paramız yoktu” temalı bir söz duymanız zordur. “sınır” denen kavramın ne olduğunu çok, ama çok iyi bilirler. gündelik ilişkilerde de mesafe ve sınırı en iyi bu çocuklar ayarlar. Ama aşarlar, aşmazlar, sonrası ayrı mesele elbet.
Halim selim olmaları da, en belirgin özelliklerinden biridir. Sessiz sakin, mülayim insanlara, “memur çocuğu gibi” denir. Bu da, yukarıda bahsettiğim, babanın düzenini kabullenme ve sessiz kalma ile çocuklukta yaşanan hem spesifik hem de çok benzer travmalar nedeniyledir.
Memur çocuğu olmak, ne hayata 1-0 yenik, ne de 1-0 önde başlamaktır. Hayat 1-1 devam ederken siz başlarsınız. Memur çocukları oyuna sonradan girer, yedek subaylarıdır hayatın.
Ama işte konumuz ne rahmetli memur babam, ne ise onun memur çocuğu olan benim! Konumuz 657’ye tabi diyanet çalışanı kadrolu 5 koruma polisi, bir çanta tasıyıcısıyla, 100 bin liralık atkı takan, çakarlı Mercedes makam aracı olan cami imamı. Ve o makamı ve şaşalı hayatını borçlu olduğu Cumhuriyete ve onun Banisi Gazi Atatürk’e her fırsatta kan kusan bir zavallı. Evet Halil Konakçı!!!
Bu imamın en son sözleri ise öyle yener yutulur şeyler değildi!
Taşnak çeteci Türk düşmanı Soğomon Tehliryan tarafından şehit edilen büyük Türk oğlu, Osmanlı paşası Talat Paşa’ya hain deme cüretini gösterdi. Ve vaaz verdiği her ortamda “Bu cami kürsülerinin her şeyin konuşulduğu yer olduğunu kafalarına vura vura öğreteceğiz!
Bu camilerde politika, dış siyaset, iç siyaset, ne varsa konuşulacak!” diye haykırıyor. Ve 657’ye tabi devlet memuru olarak alenen suç işliyor!
Aslında Diyanet kanunu çok açıktır; personelin dini görevi içinde veya dışında siyasi partilerden herhangi birini onların tutum ve davranışlarını övdüğü durumda; Başkanlıktaki görevi
sona erdirilir disiplin açısından durumu fiilin oluşuna göre değerlendirilir. (633 sayılı Kanun,
25, 657)
Peki o zaman görevinin yasa ve kuralları açıkken bu arkadaşı kim koruyup kollayıp, toplumu ayrıştırmasını destekliyor!
Bazı siyasal islamcılar Enver’i ise sırf namaz kıldığı için severler. Biz Türkçü, Turancı, devrimci olduğu, Makedonya’da terörle mücadelede destan yazdığı, hürriyet için şehadeti göze aldığı, Trablusgarp direnişine öncü olduğu, Bab-ı Ali’yi bastığı, Edirne’yi kurtardığı, komuta kademesini gençleştirdiği, Teşkilat-ı Mahsusa’yı kurduğu, Çanakkale’ye yığınak yaptığı, Bakü’yü kurtardığı, Türkistan uğruna bedenini Türk dünyasının birliği için köprü yaparcasına can verdiği için; cesaret, fazilet abidesi olduğu için seviyoruz.
Hatta siyasal islamcılar aşırı da kıskanırlar Enver’i; Dindarlığı müthiş bir ayrıntıdır Paşamın. Adam gerçek bir ahlak abidesidir. Beş vakit namazını hiçbir şartta kaçırmaz, savaş koşullarında bile orucunu bırakmayan biridir, Alman prensesi karşısında soyunuyor oralı bile olmuyor düşünün artık. Müthiş bir irade yani, milyonlarca insanda olmayan.
“Bu işte çok para var” diye birilerine yaranmak için dindarmış gibi görünüp perde arkasında bambaşka hayat yaşayanlardan değil. Neyse o. Gerçek, ideal bir Müslüman. Bu bile ondan nefret etmelerine yetiyor da artıyor aslında.
Hadi o zaman hep bir ağızdan haykıralım;
“Kahrolsun İstibdat Yaşasın Hürriyet”!!!
Baştan aşağı kokuşmuşluk yaşıyoruz, sanat camiası desek çeteleşmiş, siyaset desek öyle, sağlık sektörü yaşatmak değil de öldürmek için varmış gibi, turizm sektörü başka alemde, sanayi diyoruz emekçi sömürgesi olmuş, spor camiası şike yapıyor! Neyse ki tek tesellim Gassal’lar.
Direnin ey insanlar, hatta direnirken de gülümsemeyi bırakmayın. Saygı ve hürmetle büyük küçük demeden alayınızın ellerinden öperim…
Evet unutmadan; Cesaret Bulaşıcıdır…
Ne güzel yorumlamışsın gündemi dayıcım klavyene sağlık.