Yorgunum diyorum ne yaptın ki diyo. His yorgunuyum kardeşim, duygu yorgunuyum, mental olarak yorgunum var mı diyeceğin öyle oturduğum yerde on yıllık yoruldum ne yapıcan?
Başımıza gelen her şey normalleştirildi ve bizimde sessiz kalmamız sağlandı.
La hani Genç Müteşebbis Sayın Tansu Çiller parti kurup Ombudsman olcekti. Ben şahsen bu seçimde oyumu
B.P.P yani (Büyük Pıttık Partisi)’ne vermek istiyorumdu.
Düşündüm de 3 cemre fazla. Bütün cemrelerin yetkilerini tek cemrede toplayıp cemrelerdeki çok başlılığı ortadan kaldırmak lazım…
Gelelim günün meşaşına;
Varsın İblis gibi şöhretin,
Firavun gibi iktidarın,
Karun gibi servetin,
Hz. Nuh ve Hz. Lut’un karısı gibi eşin,
Hz. Nuh’un oğlu gibi çocuğun,
Kabil gibi kardeşin,
Ebu Leheb gibi amcan olmasın.
Allah (cc) bazen vermeyerek de iyilik eder…
İnsan en çok yara aldığı yerden yara açmasını seviyor biliyor muydunuz?
Çağımız o kadar lanetlenmiş ki, her tür bilgiye ulaşmak çok kolay, ama doğru olana ulaşmak mümkün değil. Herkes kendi doğrusu ile yaşıyor.
Köpeğe ‘Neden havlıyorsun?’ diye sormuşlar,
kurdu korkutuyorum demiş.
“Peki o zaman kuyruğun niye titriyor?” demişler.
Kurttan korkuyorum demiş.
Ya havlamayın ya da titremeyin beyler.
Şairin dediği gibi;
Öyle zamanlar tehlikelidir Şemsettin.
Ya gel cebime saklan ya bırak şapkana saklanayım.
Kim vurduya gider insan fırsat yok ki kendimi savunup aklanayım.
Bir ara sen de biliyorum kedilerden korkuyordun,
Çünkü kendini iskemle zannediyordun.
Böyle bir şey ben de atlattım,
İskemle sandım kendimi bir süre,
Üzerime oturacaklar diye korkulardaydım.
Ama sonra yırttım Şemsettin.
Kendime telkinler yaptım “sen iskemle değilsin” diye diye.
İnandırdım kendimi, sana hak vermiyor değilim ama Şemsettin zaman kötü.
Aslında ne sen ne ben ikimiz de deli falan değiliz.
Herkes oynatmış,
Sadece sen ve ben normaliz…
Ülkücünün Çilesi adlı eserinde diyor ki cennet mekan Galip Erdem abem; “Vatansız bir adam dört kelimeyi yan yana getirdi mi, bir numaralı vatanperver kesiliyor! Korkaklar cesur, ahlâksızlar ahlâklı oluyor! İşin en acı tarafı, yüzyıllardan beri devam eden bu oyunun ne zaman biteceğini de kimse bilemiyor!”
Beethoven küçük kör kıza, “Lütfen benden bir şey isteyin.” der, maddi bir şey isteyeceklerini düşünerek. Kızın cevabı şu olur; “Ben hiç ayışığı görmedim, bana ayışığını anlatır mısınız?” Çok etkilenen Beethoven “yakarsa dünyayı garipler yakar” eserini besteler…
Bir kadının gönlünde esmer, Hacivat sakallı, burma bıyıklı; Kaç kişiyiz?
Usta bize 7 çay, biri açık olsun. Wi-fi şifresi neydi?
Aslında düşündümde bana ne yakışır biliyor musunuz?
Mayıs’ta tatile çıkıp, Ekim de dönmek yakışırdı. Kôy kôy, şehir şehir, ülke ülke gezmek yakışırdı. Ama ben A101 den çıkıp Bim’e, Bim’den çıkıp Şok marketi geziyorumdu…
Neyse olurda bir gün başkan olursam pi gününü milli bayram ilan etcem.
Karl Marx reis der ki; “Hayvan olmak istiyorsan; olabilirsin elbette, Bunun için insanlığın acılarına sırt çevirmen ve yalnız kendi postuna özen göstermen yeterli.”
Farkındalık ne kadar yükselirse o kadar yalnızlaşıyor insan, bilinç ne kadar yerinde olursa o denli ıssızlaşıyor, ne kadar düşünceye önem verirse o kadar az insan kalıyor yanında ve tercih edilmiş bir yalnızlığın verdiği kaliteye ne kadar alışırsa o kadar huzura eriyor gönül. insan ne kadar yükselirse gönlü o kadar alçalmalıdır diyor Çiçero başkan.
Azim ile def-i hâcet eyleyen duvarda tahribat eylermiş. Bu arada tek kahpe Bizans değilmiş…
Unutmayalım lütfen, Dünyayı yöneten 3 aile var, Simpson’lar, Cosby’ler ve Jetgiller. Oyun büyük.
Kendinize gelin, hepimiz aynı gemideyiz. Fatih’in İstanbul’u feth ettiği yaşlardan, Atatürk’ün vefat ettiği yaşlara geldik. Ne var elde; kocaman bir (0) hatta rakamlada yazayım “sıfır” kocaman hemde. Bana dünyayı tek sevdiren ne biliyor musunuz; kimseye kalmayacak olması.
Gelelim hayat dersimize; “Leonardo da Vinci, “Son Akşam Yemeği” isimli resmini yapmayı düşündüğünde Hz. İsa’yı ve o yemekte, kendisine ihanet etmeye karar veren Yahuda’yı tasvir edecek modeller aramaya başlar. Uzun süre geçer ve nihayet bir gün, bir konser sırasında, birinin, İsa’ya benzediğini fark eder. İsa, resimdeki “İyi”yi temsil ediyordur. Adamı atölyesine davet ederek, peş peşe çizdiği eskizlerden sonra onun görüntüsünü resimdeki gerekli yere oturtur. Ama, Yahuda için kullanacağı modeli halen bulamamıştır. Öte yandan, Leonardo’nun çalıştığı Kilise’nin kardinali ise, eserini bir an önce bitirmesi için ressamı sıkıştırıyordur. Günler günleri kovalar ve sonunda, Leonardo, vaktinden önce yaşlanmış genç bir adam görür. Paçavralar içindeki bu adam sarhoşluktan kendinden geçmiş bir durumda kaldırım kenarına yığılıp uyukluyordur. Leonardo, yardımcılarına, adamı Kilise’ye taşımalarını söyler. “İşte, bu da Kötü’yü temsil edecek” kişi diye düşünür. Taslak çizecek zamanı kalmamıştır artık. Hemen resme girişir. Kilise’ye varınca, yardımcılar adamı ayağa dikerler. Zavallı, başına gelenleri anlayamamıştır bile. Leonardo muhatabının yüzünde görülen inançsızlığı, günahı, bencilliği resme geçirmekle meşguldür. İşini bitirdiğinde, sarhoşluğun etkisinden kurtulmuş olan berduş, gözlerini açar ve uzun uzun duvardaki resme bakarak, şaşkınlık ve hüzün dolu bir sesle mırıldanır: ‘Ben bu tabloyu daha önce görmüştüm.’ ‘Ne zaman?’ diye sorar Leonardo da Vinci; o da şaşırmıştır. ‘Üç yıl önce’ der adam; “Elimde avucumda olanı kaybetmeden önce. O sıralarda bir koroda şarkı söylüyordum. Pek çok hayalim vardı. Bir ressam beni İsa’nın yüzü için modellik yapmak üzere davet etmişti!!!”…
Yani efsaneye göre toparlarsak eğer; İyi’nin ve Kötü’nün yüzü aynıdır. Ve her şey, insanın yoluna ne zaman doğru insanların çıkacağına ve onun hayatına nasıl dokunulacağına bağlıdır…
Unutmadan öncelikle ebemin ve sonrasında sizlerin ebesinden başlayarak tüm tıp çalışanlarının geçmiş tıp bayramını kutlar: Ne Mutlu Türk’üm Diyene diye haykırırım…
Direnin ey insanlar, hatta direnirken de gülümsemeyi bırakmayın. Saygı ve hürmetle büyük küçük demeden alayınızın ellerinden öperim…
Evet unutmadan; Cesaret Bulaşıcıdır…