Geleneksel felsefe, varlık ile zihni çoğunlukla ayrı varlıklar olarak ele alır. Realizm, dış dünyanın zihinden bağımsız var olduğunu savunur; idealizm ise gerçekliğin zihinsel temsillerden ibaret olduğunu öne sürer. Ancak bu iki görüş de varlık ve zihnin ilişkisini ya nedensellik ya da bağımsızlık bağlamında tanımlar.
Burada önerilen “Anlık Ontoloji” düşüncesi, bu kalıpların dışına çıkarak varlık ve zihnin birbirini eşzamanlı olarak yarattığını savunur. Buna göre, bir nesne ya da olay, yalnızca algılandığı anda “var” olur; algı kaybolduğunda, varlık da “titreşimini” yitirir. Bu varlık, ne sadece zihnin ürünü ne de dış dünyadan bağımsız bir gerçekliktir. Aksine, varlık ve zihin, algı anında birbirini doğurur ve bu yaratım yalnızca o an için gerçektir.
Bu düşünce, klasik idealizmden farklıdır çünkü sürekli bir algılayıcıya ya da Tanrı’ya ihtiyaç duymaz. Varlık, sabit ve kalıcı bir şey değil, algı anında yenilenen, akışkan ve geçici bir süreçtir. Bu perspektife göre, dünya sabit bir gerçeklik değil, sürekli yenilenen bir “anlık deneyim toplamı” olarak var olur.
Bilimsel açıdan bakıldığında, kuantum fiziğinin gözlemci etkisi, “Anlık Ontoloji”nin temellerini destekler niteliktedir. Kuantum dünyasında bir parçacığın kesin konumu, ancak gözlemlendiğinde belirlenir. Bu, varlığın gözlemle birlikte belirlendiğine dair güçlü bir bilimsel temeldir. Aynı şekilde, kuantum süperpozisyonu, bir parçacığın aynı anda birden fazla durumda bulunabileceğini belirtir; ancak gözlemlendiği anda bu durumlar tek bir gerçekliğe “çöker.” Bu da “Anlık Ontoloji”nin savunduğu gibi, varlığın algı anında oluştuğunu doğrular niteliktedir.
Nörobilimsel araştırmalar da bu fikri destekler. Algının beyindeki sinyallerin yorumlanmasıyla oluştuğu bilinir. Dış dünyadaki nesneler, doğrudan algılanmaz; beyin, sinyalleri bir araya getirerek bir “gerçeklik” inşa eder. Bu durum, “Anlık Ontoloji”de varlığın, algı anındaki yaratımına bilimsel bir açıklama getirir.
Sonuç olarak, “Anlık Ontoloji,” varlık ve zihnin birbirine bağlı, eşzamanlı bir yaratım süreci olduğunu öne sürer. Ne tamamen zihinden bağımsız bir gerçeklik vardır ne de zihnin dışında bir mutlak varlık. Her şey, algılandığı anda, bir titreşim gibi var olur ve bu varlık algı kesildiğinde kaybolur. Bu yüzden gerçeklik, sabit bir yapı değil; algının sürekliliğiyle var olan akışkan bir süreçtir.