Güzel Seneler Yüce Türk Budunu, güzel seneler dostlar, Romalılar ve yurttaşlar. Beni dinleyin: buraya Sezar’ı övmeye değil, %30 zammı kaptığınızı söylemeye geldim, He bir de şey var dostum; Allah kimseye taşıyamayacağı yükü vermezmiş, galiba bir çoğu bu yüzden beyinsiz…
Ne kadar mübarek bir gün, ikindisi Mekke Fethi, akşamı Noel, gecesi Christmas. Günün mânâ ve ehemmiyetine binaen sizlerin ve tüm Hristiyan aleminin Christmas bayramını minareden atlayarak kutlar, Yahudi kardeşlerimizin Hanuka’sının mübarek olmasını Yüce Allah’tan temenni ederim. Bu arada bilin istedim; Hıristiyanların kurban bayramına kırismıs denir. Belediyenin belirlediği noel babalara geyikler kestirilir ve sakatat bacadan atılmak, çoraba doldurulmak suretiyle fakir fukaraya pay ediliir. Bu sevaba “hepinuyir” denir. Gelelim hepinivyır meşaşımıza; Birlik ve beraberliğe muhtaç olduğumuz şu günlerde “İç çamaşırın ne renk?” sorusunun anlamsızlığı anlam kazanır, küsler barışır, dostlar buluşur, şuursuzlar şuurlanır. Dolayısı ile 2032 senesi hepimize sağlık ile para getirir inşaAllah. Gerisi teferruat zaten. Gerçi siz yinede çok fazla bir şey beklemeyin yeni yıldan, ocağınız tütsün, nefesiniz yetsin, sevdikleriniz gitmesin yeter.
Ha olurda 2032 benim senem olmazsa, pılımı pırtımı toplayıp Düzce’ye gidicem. Hasan Mezarcı Messi’min müridi olmaya…
Van Gölü’yle Tuz Gölü’nü birleştirme projem var. İsmi de Kanal Anadolu. Aha size çılgınlık. Hem biri sodalı, biri tuzlu. Limonu da sıktığımızda içimi de güzel olurdu, olsundu…
Slogan atasım geldi;
“TENGRİ BİZ MENEN”
Kuzuuummm ben 90’lı yıllarda, 2000’ler için uçan arabalar hayal ediyordum. Yıl olmuş 2025, hala bozuk kumandayı dizime vurarak tamir ediyorum. O zaman alayınızın yeni yılı hayra karşı olsundu…
Şehit Kubilay ve Menemen olaylarında Türkiye’de DEVLET vardı. İrtica henüz iktidar olmamıştı. 28 yobaz asıldı. Kubilay, Bekçi Hasan ve Bekçi Şevki adına görkemli bir anıt dikildi. Üzerine; İnandılar, dövüştüler, öldüler. Bıraktıkları emanetin bekçisiyiz: Yazıldı.!
Öyle puslu ki hava Şeytan bile Müslüman mintanı giyiyor ve Cehennem Yobazları Bekliyor.
Bu arada şu planlı programlı yaşayanlara çok özeniyorum. Millet hangi gün müsait olup olmadığını biliyor. Ben hep müsaitim gibi geliyor, çağırıyolar gidiyorum. Sonra bakıyorum 22 kişiye söz vermişim, konsomatris gibi 1 günde 5 kişiyle buluşuyorumdu ama olsundu herkese yetmek istiyorumdu.
Evrene gönderdiğim mesajlar Kenan Evren’e gidiyor gibi bir yıl sonu.
Yeni yıl yaklaşırken, Bukowski özetlemiş aslında: “Nice mutlu yıllara demeyeceğim, çünkü değişen bir şey yok. Günler aynı, insanlar aynı, yalanlar aynı, dekorlar ve sahneler aynı, kandırılanlar aynı. Ve yine aynı olacak; sahte kahkahalar, sıradışı böğürmeler. İyi kusmalar.”
Eee napak o zaman 2025’e girmeyip 2024 plus mı yapak anlamadım ki.!?
Yeni yıl öyle çok da kötü girmiyor bize aslında; neyse çok şükür arabası olmayanlar motorlu taşıtlar vergisi ödemeyecekmişti. Bence vatandaşa bu kadar hizmet biraz fazla…
Zihinsel aydınlığınız için Halfetili usta Chun Lee’nin öğretilerini paylaşacağım…
Bir kurbağa ve dedesi,
Baktı kuş kafesi,
Bebenin kesildi nefesi:
Bence dedi bebe;
– Dede açalım bu kafesi
Dede dedi:
— Anda kanda, canda donda, kırmayacaksın hevesi…
İnsan öldüğünde en yakınının, en sevdiğinin unutma süresi 18 aymış.
(Hatta bu en uzun süre imiş) Yani 18 ay sonra acısı diner, sizi tatlı bir anı olarak anımsarmış. Düşününce içim acidı bir an. Değer verdiklerimin, çok sevdiklerimin, “Onlar olmadan asla olmaz” dediklerimin bile beni 18 ay sonra unutacak olması… ?
İyi bir iș, geniș bir ev, bir araba, emeklilik hayalleri, “Hele şu da olsun rahatlayacağım'” derken bir bakıyorsun hayatın sonuna gelmişsin. Lakin bizim yaratılış sebebimiz araba, ev, bağ, bahçe değil ki. Hiçbir değer üretmeden, iz bırakmadan yaşanan bir hayat 80 yıl değil de 800 yıl olsa ne yazar ki, 18 ayda unutulduktan sonra.
-insanın yetiştirdiği öğrencileri olmalı, öğretmen olmasa bile..
Yazdığı bir kitabı olmalı en azından, ya da yazmaya azmettiği…
-Tanımadığı, adını bile bilmediği insanlarda iz bırakmışlığı olmalı.
Birileri çevirmeli yolunu “Siz beni tanımazsınız ama ben sizi tanıyorum, siz benim hayatımı değiştirdiniz demeli yllar sonra.
-insanlara selam vermekten korkmak şöyle dursun tanımadığı onlarca insanın yüreğine dokunmalı, sohbet etmeli, dertleşmeli, arkadaş olmalı. Ah! bu çok fazla dünya telaşesine dalmışlığımız yok mu. Mezardakiler de aynını yapmışlardı…
Evet ayet açık beyler, Allah’u teala buyuruyor ki; Ne gerçek kafirden kork, Ne gerçek Müminden. Korkacaksan Münafıktan kork.
Artık bir şeylerin farkına vardım, insanları tanıdım, iyiyi kötüyü gördüm sonra olması gerektiği gibi davrandım değiştin dediler.
Kimse kimseyi sevmiyor ama herkes herkesle samimi. Herkes herkesi seviyormuş gibi yapıyor. Dostuna küsen, düşmanıyla yatıp kalkıyor. Menfaati biten masadan kalkıyor. Çekemeyen arkandan konuşuyor. Yaşanmamışlar yaşanmış gibi anlatılıyor. Herkes herkesle çok samimi, Ama kimse kimseyi sevmiyor. Az biraz karakterli olun ya!
İnsanları seviyorum da insanları sevmeyi eskisi kadar sevemiyorum artık. Hani eskiden birbirimizi sevmenin değişik gevrek bir tadı vardı, insanları mutlu etmenin lezzeti damağıma yerleşir orada mutlu mesut yaşardı. Artık o tat yok… ( Kendime not; kendine gel…)
Teşkilatları boş bırakıp, münafıkları doldurmayın. Safları sıklaştıralım ki şeytan girmesin aramıza. Var Olsun Lider, Doktrin, Teşkilat üçlemesinden ayrılmayanlara…
Farsça güzel bir söz var; NİŞESTEND U GOFTEND, UBER – HASTEND!
Yani diyo ki; Oturdular, Konuştular, dağıldılar…
Kiminiz beni iyi bilir, Kiminizde yeni duymuştur belki. Sadece duyanlara sesleniyorum; Ne duyduysanız daha fazlasını yaptım. Hatta alayınıza sözüm olsun, çok daha fazlasını yapacağım.
Aklıma gelmişken, eyy millet; bana balık vermeyin. Bana balık tutmayı da öğretmeyin, ben zaten balık sevmem. Beni ocakbaşına götürün. Kebap ısmarlayın bana, çiğköfte getirin bana, bol yeşillik olsun, nar ekşisi olsun.
Gelelim 2024 yılının giderayak meşaşına;
Tek oğlu bulunan varlıklı bir çiftçi yaşlanıp yatağa düşer ve oğluna vasiyetini söyler:
-Yatağın altında, içi altın dolu iki tane kese var. Bunlardan biri senin, diğerini de memleketin en büyük eşkıyasını bulup ona vereceksin. Sebebini sorma, vasiyetim böyledir! Yaşlı adam bir kaç gün sonra ölür. Oğlu, memleketin en büyük eşkıyasını bulmak için ülkeyi dolaşmaya başlar. Fakat nereye gitse, hangi eşkıyayı sorsa, ondan daha da namlısı, kanlısı, belalısı olduğunu öğrenir ve bu şekilde aylarca dolaşır.
Nihayet, ülkenin yol vermez dağlarla çevrili bir kösesinde öyle bir eşkıyanın adını işitmişki Allah böylelerinin şerrinden saklasın, köylüler korkularından ismini bile fısıldayarak söylermiş. Hükmettiği dağların yamaçları onun öldürdüğü insanların cesetleriyle doluymuş.
Bizim delikanlı “yedi dağın eşkiyası”nın namını dinleyince “bundan daha canavarı olamaz” deyip, eşkıyanın yaşadığı en büyük dağa doğru yola çıkmış.
Kışın ortasında dağa vardığında eşkıyanın adamları “Tek başına bu dağda ne gezersin bre ahmak?” delikanlıyı esir almışlar.
Delikanlı “ağanıza bir hediye getirdim”deyince onu yedi dağın eşkıyasının karşısına çıkarmışlar.
Eşkıya hakikaten dedikleri kadar varmış. Delikanlı cesaretini toplayıp babasının vasiyetini anlatmış ve koynundan kesenin birini çıkarıp yedi dağın eşkıyasına uzatmış:
“Ağam, bunu size vermezsem babam mezarında rahat yatmaz, lütfen kabul edin.”
O namlı eşkıyanın yüzünde babacan bir ifade belirmiş:
“Sevdim seni. Safsın, temizsin, dünyadan haberin yok. Benim namım bu dağları sarmıştır, lakin memlekette benden büyük bir eşkıya daha bulunur. Biz eşkıya da olsak, hak etmediğimiz mala el sürmeyiz. Sen şimdi geldiğin yoldan dön, şehre var. Gidip kadı efendiyi bul. Memleketin en büyük eşkıyası odur. Selamımı söyle, bu keseyi ona ver!.
Sonra adamlarına emretmiş:
“Bu yiğidi, başına bir iş gelmeden düze indirin, şehir yolunda bırakın!” Delikanlı şehre inmiş kadı efendinin konağına varmış, başından geçenleri anlatmış:
-İşte böyle kadı efendi. Bu keseyi hak eden sizmişsiniz, ben de eğer kabul ederseniz size takdime geldim.
Kadı efendi yerinden fırlamış:
“Vay ahlaksız eşkıya! Hakkımızda neler demiş. Be hey Allah’tan korkmaz kul, sen ne yüzle bana haram para teklif edersin? Şimdi yatırayım mi seni kırbaç altına?”
“Efendim ben de anlatılanlara uydum, ne yapacağımı bilmez haldeyim. Bana acıyın.”
Kadı efendi, gözünü uzaklara dikip biraz düşünmüş, sonra kara kaplıyı açıp sakalını sıvazlamış:
-İmdiii..Bir din ve devlet temsilcisinin böyle açıktan para kabul etmesi hem kanun-u âliye, hem de Allah rızasına münasip olmayıp, alan da veren de bu âlemde ve mahşerde suçlu durumuna düşer. Lakiiin, eğer aramızda bir ticari akit tanzim eder ve sen bana bu bir kese altını bir alışveriş neticesinde takdim eyler isen, ben dahi bunu senden bir hizmet karşılığı alır isem, şer’an caiz olup başkaca bir işlem yapılması gerekmez. Yani, kısacası, ben bu altınlar karşılığı sana bir şey satacağım.
-Ne satacaksınız kadı hazretleri? Kadı efendi, elini uzatıp pencerenin dışını göstermiş:
-Bak bu dışardaki bahçe ve civarındaki cümle arazi bana aittir. Şimdi bak bakalım, ne görüyorsun bu arazinin üzerinde?
-Kar, her yeri bembeyaz kar kaplamış.
-Pek güzeeel..
İşte ben bu arazideki karları sana satacağım, sen de bir kese altın karşılığı aldığını beyan eden bir belge imzalayacaksın, böylece alışveriş tamam olacak.
Altınlardan bir an önce kurtulmak isteyen genç çocuk, ‘efendim aklınızla yaşayın’ deyip teklifi kabul etmiş, imzalar atılmış. Altın kesesini kadı efendiye teslim eden çocuk, huzur içinde oradan ayrılmış. Memlekete gitmeden önce bir handa geceleyip hem karnını doyurmayı hem de biraz dinlenmeyi düşünmüş.
Handa horul horul uyurken, sabaha karşı kadının emrindeki zaptiyeler kapıyı yumruklamışlar. -Kalk hele, kadı efendi seni görmek ister, davası varmış.
Genç çocuk, ‘ne davası ola ki?’ dese de yaka paça kadının huzuruna çıkarmışlar.
Bir de bakmış ki, kadı efendi hiddet içinde. Daha, ‘selamın aleyküm’ diyemeden kadı efendi bağırmış:
-Be hey utanmaz, arlanmaz, eşkiya kılıklı işgalci. Bre biz seninle dün akşam arazimdeki karları satın aldığına dair mukavele imzalamadık mı?
-İmzaladık kadı efendi, ben de karşılığını size takdim ettim.
-Sus!..Bak bakayım dışarıya, ne var arazimin üzerinde?
-Ne olacak, kar var. Tıpkı dünkü gibi. -Mel’un, hala konuşuyor! Dün sen bu karları benden satın almadın mı? O halde senin karların ne hakla benim arazimi işgal ederler? Şimdi bu işgal, kanun dairesine ve de hak rızasına uygun mudur? Derhal kaldır o karları benim arazimden, yoksa, vallahi acımam, seni işgalcilikten hapse attırırım!
-Aman efendim, dönümler dolusu karı ben nasıl kaldırayım?
-Onu, arazimi işgal etmeden önce düşünseydin!
Delikanlı yine yalvarmış:
-Efendim, ocağınıza düştüm, yok mudur bu işin de kitaba uygun bir hal yolu?
Kadı, kara kaplıyı tekrar açmış, bir müddet mırıldanarak okuduktan sonra:
-Vardır!.. İmdiii. Arazi sahibi ve davacı olan ben ile,davalı sıfatı ile sen arasında, arazimi işgal bedeli karşılığında, benim de rızam ile bir kese altın karşılığı işbu karları burada tutmaya iznim olduğunu belirtir bir mukavele imzalarsak, bu husus kanun ve nizama uygun bir şekilde hale kavuşur. Yanii, sen bana öbür kese altını da işgaliye bedeli olarak vereceksin.
Bizim genç çocuk öbür kese altını da vermiş, gereken evrakları imzalamış, konaktan çıkıp temiz havaya kavuştuğunda, dağlara bakıp bağırmış:
-Hey gidi yedi dağın efesi, Sen haklıymışsın. Daha büyük eşkıyalar da varmış. Senin açık açık yaptığın eşkıyalık, bunların kanunla yaptığı eşkıyalığın yanında nedir ki!…
Allah, İşi kitabına uyduran vicdansız namussuzlardan, Adalet binasını ele geçirmiş Kravatlı çetelerden, Vatansever görünen hainlerden , Müslüman görünen kafirlerden ,
hepimizi korusun…
Mige aplamın Zeynep Ergül’ü gibiyim şu son 4 aydır, keneviri marul zannedesim var. O zaman takibe takip, fava fav, sevgiye sevgi, kapuskaya kapuska. Yada boş verin gitsin, tembelim ben zaten, öfkemi nefrete dönüştüremeyecek kadar da rahatına düşkün. Kin de tutamam. Unuturum, sıkılırım, uykum gelir bi kere. O zaman dua edelim, belki amin diyen çıkar; Rabbim herkesin birini milyar etsin, herşey sizin olsun. Kim benim için ne isterse, benden kırk kat fazlası onun olsun. Bana dağıtamayacağımdan fazlasını nasip etmesin…
Siz siz olun, sizi seven insanı üzmeyin. Ahını almayın. Başınıza sarmayın. Hatta direnirken de gülümsemeyi bırakmayın. Saygı ve hürmetle büyük küçük demeden alayınızın ellerinden öperim…
Evet unutmadan; Cesaret Bulaşıcıdır…