Mehmet Saatçi
  1. Haberler
  2. Yazarlar
  3. İNSAN DEĞİSMEYE, SAÇLARINDAN BAŞLARMIŞ!…

İNSAN DEĞİSMEYE, SAÇLARINDAN BAŞLARMIŞ!…

Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

 

Milattan önce I. Yüzyılda yaşayan yazar filozof Beydeba, dönemin hükümdarı Debşelim ile arasında geçen diyalogları “Kelile ve Dimne” isimli eserinde toplamıştır. Orada hükümdara der ki Beydeba; “Çünkü sen, ikiyüzlüsün ve rengini belli etmiyorsun. Nehir suları, denize karışana kadar tatlıdır.”

Yani demem o ki 3. milenyumunun 24. yılındayız ve İnsan kabul edilen ilk canlı yani ilk homo türü yaklaşık 2.5 milyon yaşında olduğunu düşünürsek, devlet idarelerinde kokuşmuşluk asırlardır varmış. Düzelmediğine göre benim artık umudum kalmadı.

Canım budunum; Büyük bir bahçeden meyve toplayacak eleman arıyorum, sabah çok erken işbaşı yapılması lazım, çünkü sahibi gelmeden kaçmamız gerekiyor.

Hele bana desenize millet; iyiler tam olarak ne zaman kazanır, it kopuk olmak üzereyimde o yüzden sordumdu!

Bazılarınıza bakıyorum; tavlada gelen 5-1 gibisiniz, hiç bir şey yapılmıyor sizinle. Burdan selam olsun dava erlerine…

ÜLKÜCÜNÜN adı;
Zindanda Velican,
Seccade de Hüseyin,
Sehpada Selçuk,
Pusuda İmamoğlu,
İşkencede Önkuzu,
Meydanlarda Cengiz Akyıldız,
Ünüversitede Fırat Çakıroğlu’dur:
Davanız Davamız, Kavganız Sevdamızdır…
Tanrı Türk’ü Korusun ve Yüceltsin. Diğerlerini sistem koruyor zaten…

Gelelim içimden çıkmak isteyen cümlelerime; İnsan değişmeye saçlarından başlarmış. Düşünceler yoğunlaştıkça saçlar da beyazlar ve dökülürmüş. Siyah tele hasretliğimdendir sakal bırakışım. Doksanlı yıllar ile seksenli yıllar arasında kalma savaşı verirken Kumkapı Sahil apartmanının 4. katından aşşağı sarkmış hayallerim ile büyüdüm ben. Baba nasihatlerinin altını çizmediğimdendir zorluklara karşı duruş bozukluğum. Gardımı aldığım her savaşın mağlubu bendim aslında. Ve asla kaybettiklerimi kazananlarla değişmedim. İçimden konuşmaya başladığımı tuzluğu uzatmadıklarında anladım. Sessizliğin kabullenmek olduğunu halı desenleri ve parke kaplamaları öğretti bana. Süper güçlerimin olmadığını okulda değil babamdan yediğim tokatla anladım. Oysa daha çok gençtim. Zaman geçer zaman hep geçer. Büyüdüğüm yıllar arasında kayboldum. Fosforlu kalemlerle anılarımı çizdiğimi sandığım renkler, karanlığı gördüğü anda silindiler. Diz yaralarım, aslında geçmişte benim de çocuk olduğumun son kanıtıdır.

Bu arada ölüm ne kadar muhteşem bir hakikattir, bu sadece bana mı öyle geliyor acaba?

Şairin seve seve yaptığım yanlışımsın dediği noktadayım;
Şimdi sorma artık bana, ben senin neyinim diye.
Sen anahtar sözcüğüm, sen gizli öznem, sen imlâ hatamsın. Sen satırbaşım, sen sırdaşım,
sen arkadaşımsın.
Sen seve seve yaptığım yanlışımsın…

Manda kaymağı neden pahalıdır bilir misiniz? Kimse Manda yetiştirmek istemez. Nedeni ise bir Manda ortalama 3 ton civarı yem yemesine rağmen 3 kilo süt anca verir de ondan. Yani demem o ki, kendini çok değerli zanneden şahıslar; olm abartmayın işte, Manda kaymağı gibiniz. Ama özünüzde götürünüz getirinizden fazla. Aklıma gelmişken diyeyim istedim…

Ahmet Gazali ne güzel dile getirmiş, kaçak sevgiliyi!

Senin gönlün daima meshur ve musahhardır, mâzursun.
Gamın ne olduğunu asla bilmedin, mâzursun.
Ben sensiz bin gece kan ağladım,
sen bir gece sensiz kalmadın, mâzursun!

Ömrümün en her şeyden vazgeçebilir bölümündeyim; ne eş, ne kardeş, ne abi, ne aile, ne arkadaş, ne o, ne şu, ne bu kaldıracak ve çekecek durumum ve tahammülüm yok. Varsa yoksa kediler olsun istiyorum. En azından onlar yalanda olsa beni dinliyorlar. Geçen gün darlandım, Akıl hastanesinin bahçesine oturup puro içesim geldi. Merakımdan sanırım, bir şekilde orada buldum kendimi. Kendi halinde, oldukça normal davranan, yüz çizgilerinden kırklarında olduğunu düşündüğüm bir adamla göz göze geldik. Ben bir kaç kez kafamı çevirsem de, o gözlerini üzerimden hiç çekmedi. Kıyafetlerinden anladığım kadarıyla misafirdi orada, hasta demeye dilim varmıyor şimdi. Önce biraz çekindim, sonra cesaretimi toplayıp küçük adımlarla yaklaştım yanına.

“Sigara versene” dedi hemen. “La yaprağam bu puro, tanesi kaç dolar biliyon mu” diyemedim tabi. Neyse puroyu uzatırken “neden buradasınız ?” demiş bulundum.
Purosunu yaktı, tekrar gözlerini dikti üzerime.
Kırpmıyordu bile, ürkmedim desem yalan olur.
“İyi günler” dileyerek uzaklaşmaya karar verdim. “Belki de yanlış bir soru sormuşumdur. Belki canını sıkmışımdır ya da ne bileyim adam deli işte!” diye geçirdim içimden.
Sen neden burada değilsin ?” diye bağırdı arkamdan. Öyle bir bağırdı ki, arkamı dönmeye korktum. Cinnetle bağırır gibi..

Döndüm yüzümü, olduğum yerde, yaklaşmadan baktım yüzüne. Bu sefer sesini daha da yükselterek, tekrarladı;

Sen neden burada değilsin ?

Onca sahtekarın, onca vicdansızın, onca ihanetin içinde durabilmeyi nasıl başarıyorsun ? Çocukların vurulduğu, çiçeklerin koparıldığı, sevgilerin harcandığı, umudun tükendiği, renksiz, yapay bir dünya var dışarıda. Uyuşmadan uyum sağlayamadığım, gürültüsünden uyuyamadığım. Kirli, kibirli, kaba bir dünya var. Çıkarları uğruna seni çakıyla son model bir arabayı çizer gibi çizecek binlerce insan var. Kanını emecek bir sürü vampir. Sana kullanılıp, köşeye atılmış pis bir mendil gibi hissetirecek bir sürü katil.

Sen neden burada değilsin ? Sahi ya ben neden orada değilim ki!!!

Gece uyuyamıyorum, sabah uyanamıyorum. Sağlıklı beslenemiyorum, spor yapmaktan bezdim. La ben kitap okuma alışkanlığımı kaybettim. Dizi film izlerken darlanıyorum, ya ilerleterek izliyorum ya da izleyemiyorum. Mutlu olamıyorum, akademik hayallerimi gerçekleştiremedim, çalışmak istemiyorum. Resmen kendimi “öbürsülenmiş” hissediyorum, beni öbürsüleştiremezsiniz. Biri beni kurtarsındı…

Şair ne kadar candan ifade etmiş içimizde ki saklanma yerini aslında; Artık sazın bağrı mı olur, Kimsenin bilmediği bir ağrı mı? “Gider kendine gömülürsün”. Yoksa bu şehir bu sokaklar, Seni alır kullanır, seni alır kullanır. Santim santim çürürsün…

İvana Sert geldi nerden geldiyse aklıma.
“Müslüman değilim ama namaz kılıyorum”
demişti hatırlar mısınız bilmem. Dert etme be İvana reis, bizimkilerde senin gibi zaten…

Siz siz olun, sizi seven insanı üzmeyin. Ahını almayın. Başınıza sarmayın. Hatta direnirken de gülümsemeyi bırakmayın. Saygı ve hürmetle büyük küçük demeden alayınızın ellerinden öperim…

Evet unutmadan; Cesaret Bulaşıcıdır…

İNSAN DEĞİSMEYE, SAÇLARINDAN BAŞLARMIŞ!…
Yorum Yap

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir