Değerli okurlarım.
Bugün, hepimizin yakından muzdarip olduğu, ancak bir türlü önüne geçilemeyen bir konuya parmak basmak istiyorum. Türkiye’deki GSM operatörleri ve internet sağlayıcılarının biz tüketicilere karşı sergilediği, giderek derinleşen bir “gizli oyun” bu. Bir meslektaşımızın cesurca dile getirdiği iddialar, aslında pek çoğumuzun içten içe hissettiği o tanıdık rahatsızlığın, somut bir şekilde ifade bulmuş hali.
Düşünün bir kere, bu devasa şirketlerin her ay düzenli olarak kestiği faturalar neden ısrarla 28 gün üzerinden hesaplanıyor? Takvimlerimizde Şubat ayı dışında hiçbir ay 28 gün çekmezken, bu ısrarın altında yatan mantık nedir? Bu başlı başına bir soru işaretiyken, buzdağının su yüzeyinin altında çok daha karmaşık “stratejiler” yürütülüyor.
Gözümüzün önüne o meşhur sözleşmeleri getirelim. GSM şirketleri ile biz tüketiciler arasında imzalanan, adeta birer “hukuk metni” olmaktan ziyade, okunması ve anlaşılması imkansız birer “karınca duası” gibidirler. Yedi sayfayı bulan uzunlukları, karmaşık ifadelerle dolu satırları daha ilk okumada bir bezginlik yaratır. Haliyle, o imzalanan sayfalarda hangi haklarımızdan feragat ettiğimizi, hangi “evet”lere veya “hayır”lara imza attığımızı çoğu zaman mecburen göz ardı ederiz. Güvenmek zorunda kalırız, ancak kime ve neye güvendiğimizi de tam olarak idrak edemeyiz aslında.
Sonra o ilk bakışta cazip görünen tarife taahhütnameleri var. Yeni bir hat alırken veya mevcut tarifemizi güncellerken önümüze serilen bu “avantajlı” teklifler, ne yazık ki çoğu zaman uzun vadede bir hayal kırıklığına dönüşür. Müşteri olarak her ay düzenli ödememizi yaparken, hatlarda veya internette bir sorun yaşadığımızda karşımızda çoğu zaman bir muhatap bile bulamayız. Ancak ne ironiktir ki, bir aylık faturamızı birkaç gün geciktirdiğimizde, anında faiz ve gecikme cezası uygulamasıyla karşı karşıya kalırız. Bu nasıl bir çelişkidir?
Peki ya sistemsel bir arıza veya bir baz istasyonu problemi yüzünden biz kullanıcılar olarak telefon görüşmesi yapamadığımızda veya internete erişim sağlayamadığımızda ne olur? Elbette ki o “müşteri odaklı” operatör şirketleri, bizden eksik fatura tutarı almayı akıllarına bile getirmezler. Hatta bırakın eksik almayı, bu tür aksaklıklardan dolayı en azından bir özür mesajı dahi göndermezler. Muhatap bulmak deseniz, o da ayrı bir muamma. Ancak ne hikmetse, faturanızı üç veya beş gün geciktirince, bizim ulaşamadığımız o “dev” operatörler, bir gün içinde sizi defalarca aramayı başarırlar! İlginç bir hassasiyet, değil mi?
Şimdi gelelim meselenin en can alıcı noktasına: Fatura fiyatlarının taahhüt kısmı. Diyelim ki, aylık belirli bir konuşma süresi, internet kotası ve SMS adedi karşılığında sabit bir ücretle anlaştınız. Sözleşme gereği, faturalandırmanın her ayın gün sayısına göre yapılması gerekirken, bir de bakarsınız ki faturalandırma 28 gün üzerinden yapılmaya başlanmış! Dünya takvimlerinde Şubat ayı hariç her ay 30 veya 31 gün olarak kabul edilirken, bizim güzel ülkemizde nasıl bir “özel takvim” uygulamaya konulmuştur? Bu durum, açıkça bir fırsatçılık değil midir?
Hadi diyelim ki bu durumu bir şekilde “sineye çektik” (ki asla kabul edilebilecek bir durum değildir!). Fatura tutarı, sonuçta taahhüdün en temel unsuru değil midir? Ama ne yazık ki, sözleşmenin üzerinden henüz birkaç ay geçmişken, ilk başta anlaştığınız o sabit ücret, size sorulmadan, danışılmadan, hatta çoğu zaman haber bile verilmeden artırılmış olur! Şaşkınlığınız geçmeden, birkaç ay sonra bir bakarsınız ki o ilk rakamdan çok daha yüksek bir meblağ ödemek zorunda kalmışsınızdır.
“Bir dakika, neler oluyor?” diye operatörünüzü aramaya kalkarsınız. Aman Allah’ım, en az yirmi dakika hatta beklemek! Ve nihayetinde bir ses duyarsınız… O da çoğu zaman canlı bir operatör temsilcisi değil, önceden kaydedilmiş veya yapay zeka tarafından seslendirilmiş bir sestir! Sizin duygularınızı, yaşadığınız mağduriyeti anlayacak, derdinize gerçek anlamda kulak verecek bir insan yoktur karşınızda. Sürekli “Sizi şuraya yönlendiriyorum, olmadı buraya da yönlendiriyorum” diye diye, bir türlü canlı kanlı bir muhatap bulamazsınız. İnanın sevgili okurlarım, derdinizi Marko Paşa’ya anlatmak inanın daha kolaydır!
Peki şimdi ne yapmalıyız? Faturalarımıza yansıyan ve giderek artan bu “gizli zam” sarmalından nasıl kurtulacağız? Bireysel çabalarımız çoğu zaman sonuçsuz kalırken, bu devasa şirketlerin kar hırsı her geçen gün artmaya devam ediyor. Anlayacağınız sevgili okurlarım, bu duruma karşı topyekün bir duruş sergilemek, sesimizi yükseltmek artık bir zorunluluk haline gelmiştir.
Ya hep birlikte bu haksız uygulamalara karşı bir tüketici direnci göstermeli, bu firmaların hizmetlerini belirli bir süre kullanmayarak tepkimizi en net şekilde ortaya koymalıyız, ya da geniş katılımlı bir kamuoyu girişimi başlatarak yasal yollarla adalet mercilerine dilekçeler vererek haklarımızı aramalıyız. Aksi takdirde, bu “gizli oyun” daha nice faturalarımızı şişirmeye, cebimizdeki parayı haksız yere almaya devam edecek gibi görünüyor.
Unutmayalım ki, bu tür haksızlıklar karşısında sessiz kalmak, onlara dolaylı yoldan destek vermek anlamına gelir. Şimdi hukuk neznin de harekete geçme zamanı!
Saygılarımla,
Fatmir TÜRKKAN
Gazeteci – İç mimar